28 Temmuz 2013 Pazar

Uzun Monologlar

Uzun Monologlar

Obur

Bana obur diyorlar
Tuhaf şey
İnsan yemeyi,içmeyi severse
Obur mu olur muş efendim?
Geçen gün bahçede oynuyordum
Hava da çok güzeldi
Bir güzel koku bahçeye yayıldı
Usulcacık mutfağa uzandım
Baktım annem harıl harıl
Bir şeyler hazırlıyor
Yavaşça bir tabak aldım
Aman ne nefis ayva reçeli
Bir tabak bir tabak bir tabak daha
Derken tencere boşaldı
Şimdi siz söyleyin ben obur muyum?

HAPŞU

Geçenlerde yağmur yağmıştı ya
İşte o gün okula erken gelmiştimBirde ne göreyim
Çatı akmıyor mu?
Hemen çatıya çıktım Kırk kırık kiremidin kırkının da yerine kırk kırmızı kırılmamış kiremit koydum
Derken ayağım kaydı yağmur sularına kapıldımYağmur oluğundan aşağı aktım
Sokaklardan akarak geçtimKendimi temiz bir denizde buldum
Kırmızı bir balığın karnında kırk gün ateş yaktım yinede zor kurudum
Derken efendim,balığı öksürük tuttu
Onu bir başka balık yuttu
Balıkçılarda onu tuttu
Beni de hapşırık tuttu
Hapşu diye hapşırdım
Hapşırığıma uyandım

Büyüyünce ne mi olacağım?

-Bana sorulmadan benim adıma verilen kararları dinleyin önce
Dedem : “Subay olacak sın” diyor
Ninem: “Ne yapacaksın subaya olup daBizim gibi oradan oraya gezeceksin Mühendis ol evler yap Beni de bu eski evden kurtar diyor
Teyzem,söze “doktor olacak benim oğlum” diye başlıyor “Doktor olup teyzesini tedavi edecek” diye bitiriyor
Amcam ,futbolcu olmamı istiyor
Babam da sürekli zengin ol oğlum zengin ol diyor
Anneme göre ise ya topçu, ya popçu olmalıymışım
Asıl ben mi ne düşünüyorum?
Düşündüm bile öğretmen olacağımÖğretmen olup mutlu yaşayacağım

Birinci Sınıf Masalı Monolog

Evvel zaman içinde,
Kalbur saman içinde,
Develer tellal iken,
Pireler hamal iken,
Ben de babamın beşiğini
Tıngır mıngır sallar iken…
Bir varmış, bir yokmuş,
Okulda öğrenci çokmuş.
Öğrenciler arasında
Afacan, aklı başında,
Altı yaşını bitirmiş,
Yedi yaşına girmiş,
Akıllı bir çocuk varmış,
Onun adı: ( ………….) imiş.
(Okuyan çocuk adını söyler.)
Sakın sözüme şaşmayın,
Bana gülerek bakmayın,
Masaldaki çocuk benim,
Çok gülünçtür serüvenim.
Çok çalıştım, çok yoruldum,
Ben canlı bir masal oldum.
Girince yedi yaşıma,
Neler geldi şu başıma.
İzin verin anlatayım,
Birer birer tanıtayım;
Bir şey bilmiyordum önce,
Okula yeni gelince.
İki yanıma bakmıştım,
Gördüklerime şaşmıştım,
Atatürk’ümü görünce,
Kavuştum büyük sevince.
Hemen önünde eğildim,
Saygıyla bir selam verdim.
Sonra bir tebeşir aldım,
Kara tahtaya yaklaştım.
Çubuk, simit resmi yaptım,
Simite bir sap da taktım.
Simit elma oluverdi,
Öğretmen aferin, dedi.
Elma altına bir yazdım,
Aritmetiğe başladım.
Daha pek çok çizgi çizdim,
Çizgi çize çize bezdim.
Şaştım kaldım bu işlere.
Durmada hep yazıyordum,
Durmadan hep okuyordum,
Havalara yaza yaza.
Tahtalara yaza yaza,
Deftere çize çize,
Canımı çok üze üze,
Ödevleri boza boza,
Bu işlere kıza kıza,
Ezberledim fişlerimi,
Bitirdim hep işlerimi.
İsterseniz bir deneyin,
Okurum ne isterseniz….
…………
İşte sayın büyüklerim,
Pek çok benim emeklerim.
Şudur sizlere son sözüm,
Çalıştım, ak çıktı yüzüm.
İğne ile kuyu kazdım,
Amaaa, okudum ve yazdım…
Ne güzelmiş yazı yazmak,
Masal, hikaye okumak.
Okuyor, eğleniyorum.
Artık tam okullu oldum,
Başarı yolunu buldum

YERLİ PUSULA

Affedersiniz efendim. Aranızda bir terzi ya da kumaş tüccarı varsa çok rica ederim haber versin, bir şey soracağım.

(Biraz durur.) Yok galiba... (Sağa, sola bakar) Evet yok... Ama, bu nasıl olur? Allah nazardan saklasın, bu kadar kalabalık içinde kumaştan anlayan bir kişi de çıkmaz mı? Şaşılacak şey doğrusu....

Terzi, tüccar aradığıma bakıp da bedava elbise mi yaptıracağımı sandınız yoksa? Ne münasebet a efendim!

Şu üzerimdeki elbiseyi babam daha yeni yaptırdı. Arkadaşlarım, kıskandılar mı nedir, beni kızdırmak için ağız birliği etmişler... Neymiş, elbisem yerli malı değilmiş... Çorabımın ipliği, pabucumun derisi Avrupa’dan geliyormuş.

Ne münasebet a efendim! Ben tepeden tırnağa dek yerli malı kullanırım... İçim, dışım, varım, yoğum hep yerli malı...

Babam çok titizdir... Evimize şimdiye dek yabancı mal sokmamıştır. “Çıplak kalacağımı bilsem yabancı malı giymem.” dediğini kaç kez duydum...

Benim de üstümdekiler öz yerli malı... Fabrikalarımız harıl harıl kumaş dokuyor... Hem de ne güzel kumaşlar... İnsan bakmaya kıyamıyor.

Şu ayakkabım da yerli malı. Beykoz fabrikasında yapılmış... Taş mı taş... Eskitebilene aşk olsun...

(Biraz dolaşır. Durur, seyircilere bakar.) Ne o? Bir çoğunuz, omuzuma astığım şu kutuya bakıyorsunuz. Yabancı malı mı sandınız yoksa?

Ne münasebet a efendim! O da yerli... Fotoğraf makinesi falan değil... Mühendis dayımın yeni bir buluşu... pusula gibi bir şey... Ama, yaptığı iş çok yararlı.

Merak etmeyin, size de göstereceğim... Bu araç yerli malıyla yabancıyı kolay seçmeye yarar... Bunu, bir yabancı malın yanına uzattınız mı, kuzey yönünü gösteren pusula gibi, ibresi hemen o tarafa döner. Eğer yerli ise hiç istifini bozmaz.

Hazır olun, yanınıza geliyorum... Aranızdan geçerken, elimdeki bu aracın ibresi kimden tarafa dönerse ben de ona döneceğim ve diyeceğim ki:

- Ey sayın bayan, yahut bay! Demek siz hâlâ yabancı malı kullanıyorsunuz. Yerli mallarımızın her bakımdan üstünlüğünü bütün dünya takdir etmiştir. Sırtınızda taşıdığınız bu yabancı malı omuzunuzu çökertiyor mu? Ona verdiğiniz paranın nereye gittiğini düşünmüyor musunuz?

Seyircilerin arasında biraz dolaşır. Ara sıra elindeki araca bakar. Tekrar sahneye döner.)

Çok şükür... Makinede hiç kıpırtı olmadı... Demek, müsameremize onur veren büyüklerimizin hepsi yerli malı kullanan ve onun geniş anlamını bilen kimseler... Var olsunlar! Var olsun yerli malı!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder